‘GEÇİCİLİK- FARKLAR’ VE ÖTESİ
Toplumsal gerçeklik uzun bir dönem çoğunlukla siyasal bakımdan çözümlenerek anlamlandırılmaktaydı. Sonrasında ise sanayileşme ve kapitalizim otoriteden kurtulup toplumsal biçimlenmenin esası olarak belirdi.
Bu esaslar üzerinden gelişmiş olan günümüz toplumsallık paradigmasının krize girip dağılması ile ortaya çıkan kaos, bir yandan küresel piyasaların dizayn ettiği savaşlar, bir yandan hiçbir toplumsal ayara gelmeyen küresel boyutta tehdide evrilen yıkıcı şiddet, bizleri yeni kaygıların ve rekabetin körüklediği pazarların egemenliğine sokarken; diğer yandan da toplulukları ( etnik yapıları) kimlik saplantısıyla karşı karşıya bırakmaktadır.
Oysaki 90’ların ürettiği bu kavramlar gelecek için umut vadederken; bugün küreselleşen toplumsal hayatımızdaki temsil sorunu, bizleri türdeşliğin siperlerine çekilmeye zorlamaktadır. Öznel ve toplumsal düzeyde bedenin hapishanesine dönüşen kimliklerin temsil sorunu, otoriter baskıyla içe bükülerek egemen olanı kabule zorlanmakta, insanın birey olma hakkı sorunlu hale gelmektedir. Bu kimlik büzüşmelerine karşı insan birey olarak kendi öz bilincini nasıl inşa edinebilecek ve kendisini nasıl ortaya koyabilecektir? ”Özne” olmadan özgürlükler var olamaz ve özbilinç oluşmaz ise özgürlükler korunamaz.
O halde, toplumsal yaşamımızı şekillendiren günümüz paradigmasını bu kriz halinden çıkarabilmek için, kimlik saplantısı ile bozulmuş, türdeşlik içinde erimiş ve küresel tüketim kültürüyle tektipleşmiş bireyi özne bilinciyle yeniden yapılandırmak gerekmektedir.
Özne kendini, özgür ve bütün bir varlık olarak yapılandırdığında gerçekleşir. Bu da bireylerin toplumsal yaşamda kendi yollarını açıp o yoldan ilerleme becerilerine bağlıdır. Bu durum farklılıklar arasındaki uyumluluğun aranmasına dayanan değil, bireylerin farklılıklar içerisinde bir durumdan ötekine geçiş sırasında bir dizi hal ve olayı kişisel öykü ve tasarıya dönüştürerek, her seferinde kendisini yeniden bir özne olarak yapılandırma becerisini gerektirir. Yani, bireye yönelik dıştan hiç bir dayatma olmaksızın kendi varoluşunun aktörü olma istencine sahip olma olanağını sağlar. Söz konusu olan, diğeri gibi olmak değil, başkası olma hakkıdır: Özne fikrinin kimlik saplantısıyla bozulmamış olmasıdır.
Bu durumda toplumsal olanın sonundan söz etmemiz gerekecektir. Artık güncel konumumuz, bir paradigmadan diğerine, ortak hayat hakkındaki toplumsal bir dilden kültürel bir dile geçişi içermektedir. Dolayısıyla modernliğin temel ilkeleri ile kültürlerin kişisel ortak yaşama müdahale şekillerinin çeşitliliği arasındaki uyumun hangi koşullarda sağlanabileceği önem kazanmaktadır. Bundan böyle bireylerin birer özne olarak tüm farklılıkların ötesine geçip küresel sorunlar çerçevesinde bir araya gelerek yeni, başka bir dünya tasavvurundan söz edilmesi gerekecektir.
“Toplumsal sonrası” olarak ortaya çıkan bu “başka bir dünya” algısı artık türdeşliğin kapalı alanlarında hayat bulan kendi içine bükülmüş kimlik saplantılarından kendi kendini arayışın egemen olduğu ve her seferinde yeniden yapılanarak evrilen, değişen ve bölünen birey evrenine sokmakta bizleri.
Fransız toplum bilinci Alain Touraine’in “başka dünyacılık” diye tanımladığı bu küreselleşme-hareketleri, bireyi duran bir varlık olmaktan çıkartıp sürekli evrilen, değişen ve bölünen dinamik bir varlığa dönüştürmekte. Eğer, bir kimlikten söz edeceksek o da, melezliğin heterojenliği olarak ortaya çıkan, sürekli değişen, dinamik-sentez bir kimliktir. Hız, hareket, değişim ve bölünme bizleri türdeşliğin korunaklı siperlerinden çıkartıp, kuşkunun ve tekinsizliğin hüküm sürdüğü küresel hareketlerin girdabına sokmakta.
Bu durum, sanatçı ve tasarımcı gibi yaratıcı aktörleri “özgün” olmanın özgüveninden, köksüzlüğün “özerkliğine” savurmakta. Sanatçı ve tasarımcının asıl meselesi, bu küresel girdabın içinde kendi yörüngesini-bağlamını oluşturmasıdır. Sanata ve tasarıma düşen ise günümüz dünyasında bizleri birer özne olarak belirleyen temel kavramları nasıl dönüştüreceğinin ve esas vurgunun ne olacağının stratejilerini geliştirmektir.
Bu stratejilerin ana temasını oluşturan kavramlar, sadece estetik ve günümüz arasındaki ilişkiyi göstermek için değil, aynı zamanda sanatın kendisine ait gerçeklikleri doğrudan politik ve kültürel olarak da harekete geçirmektedir.